1925 yılında Levantenlerin yoğun olduğu İzmir’de en varlıklı Türk ailelerinden birinin “şanslı” çocuğu olarak Cumhuriyet’in ilk yıllarında dünyaya geldim. O yıllarda Cumhuriyet bugünkü ataletinin tersine tüm zorluklara rağmen geleceğine güvenle bakmakta ve Türkiye’ yi muasır medeniyetler seviyesine ulaştırma çabasını sürdürmekteydi. Bu amaç doğrultusunda 1942 yılında İstanbul Eczacılık Bölümü’ne girdim. Okul hayatım boyunca hocaların en sevdiği öğrencilerden biriydim. Hayatımda ne yaptıysam en iyisini yapmaya çalıştım. Üniversite hayatımın 3. yılında “varlık vergisi” denilen ve ailemin de mali kudretini sıfırlayan bir vergi çıktı. Devletin ailemize kestiği vergi tam 900 bin liraydı. 900 bin liranın o zamanlar ne olduğunu bilenlerin çoğu bugün hayatta bile değil. Bu vergiyle Şanlı Ailesi için bunalımlı günler başladı. Üniversite hayatımın son yılını güçlükle tamamlayabildim; hatta yetersiz beslendiğim için zatürreye bile yakalandım.

Okulumu bitirince, Eczacılık Bölümünü seçmemdeki asıl misyonumu tamamlamak ve Türkiye’de bir üretim tesisi açabilmek için yeterli donanıma sahip olabilmek amacıyla, önce Fransa’ya daha sonra da İsviçre’ye gittim.  Bilgi birikimimin çok büyük bir kısmını Zürih Kantonu’nda edindim. Bütün hastane ve sanatoryumların ihtiyacı olan önemli ilaçlar galenik formlarda Zürih Kantonu’nda üretiliyordu. Burası benim için büyük bir nimetti. Çünkü üniversite tahsilimiz sırasında okulda hiçbir makine olmadığı gibi, imalat bilgisi de alamamıştık.

1948 yılında, yani henüz 23 yaşındayken İzmir’e döndüm ve kendi işimi kurmak üzere kolları sıvadım. O günlerdeki tek hedefim Türkiye Cumhuriyeti için ilaç üretebilmek ve zaman içinde ülkemi dışa bağımlı olmaktan kurtarabilmekti.

Ticaret konusunda ilk dersimi babamdan aldım. Babam, kendi mülkünü bana aylık 67 lira 50 kuruşa kiraladı. Ailemizde bildiğim 4 jenerasyon öncesine kadar eczacı, kimyager ya da doktor olmadığı için iş başa düştü ve İzmir’de 10 Haziran 1948’de Şanlı Laboratuarı olarak faaliyete geçtim. Bu dönemde en büyük desteği tıp eğitimini henüz tamamlayan kardeşim Mustafa Şanlı’dan aldım.  O da doktor olur olmaz kollarını sıvayarak, benimle beraber işlerin başına geçti. İki kardeş dört koldan Türkiye’de ilaç üretimini başlatabilmek için gece gündüz çabaladık. Bu tarihlerde İzmir’de plastik tüp yapan fabrika, ilaç kutusu yapan matbaa dahi yoktu. Hollanda’dan ithal ettiğimiz 400.000 U penisilinleri, Macaristan’dan ithal ettiğimiz ampullere serum fizyolojik doldurarak 40 kuruşa satmaya başladık.

Günlerimizin çok büyük bir kısmını İstanbul’da ambalaj malzemesi temin etmek, diğer kısmını da Ankara’da ruhsat almak için geçiriyorduk. Mustafa da ben de gece gündüz demeden hangi iş varsa canla başla yapıyorduk. Türkiye’ye ilk 16 punchlu rotatif tablet makinasını ithal ettik. Yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmeye başladığı yıllarda; yani, en büyük yatırımları çok uluslu ilaç şirketleri yapmaya başladığında, ilerleyen dönemlerde sıkıntıya düşmemek için tıbbi plaster ve romatizma yakısı da üretmeye karar verdik. Bu düşünce ile bütün dünyadaki plaster imal eden fabrikaların adreslerini toplayıp 842 firmaya mektup yazdık. Bu mektuplara sadece 18-20 firmadan cevap alabildik ve bunları ziyaret etmeye başladık. Sonunda bir firma ile anlaştık. Bu firmadan hem makine temini hem de formül konusunda destek alarak imalata başladık. Mevcut yakımızı her geçen gün daha da geliştirdik ve yakı üretimine başlamakla ne kadar doğru bir karar verdiğimizi, yakımız Türkiye’de aranan yakı olduğunda anladık. Yakıda elde ettiğimiz pazar payı büyüdükçe, çok uluslu şirketlerin neredeyse tekeline giren ilaç üretimini bırakıp yakı grubuna ağırlık verdik.

Bu gün, İstanbul dışında üretim tesisi kurma cesaretini göstermemiz, azimli çalışmalarımız ve güvenilir adımlarımız sayesinde tüm engelleri başarıyla aşmış, kendini kanıtlayarak Türkiye pazarında marka olmuş bir üretim tesisi haline geldik.


Ecz. Seyit Şanlı  (1925-2011)


Saygı ve Özlemle…